YayBlogger.com
BLOGGER TEMPLATES

30 Nisan 2014 Çarşamba

    İyi günler ! Size "Sil Baştan"ı okuduğumdan ve bir an önce bitirip sizinle paylaşmak istediğimden bahsetmiştim. Kitabı sanıyorum ki pazar günü bitirdim ama paylaşma imkanı olmadı. Ayrıca edebiyat sınavımızda çıkacağı için "Efruz Bey"i de okudum. Edebiyat sınavına bugün girmiş olmamıza rağmen kitabı henüz bitirebildim. Ama bu kitapları paylaşmaya geçmeden önce: BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM! İyi ki doğdum falan filan.
     
       Eveet, "Sil Baştan"dan başlayalım. Hayatınızı tekrar, tekrar ve tekrar yaşamak zorunda kalsaydınız ne yapardınız ? 43 yaşındaki Jeff Winston bu şansı elde eder. Hem de birkaç kere... 1988 yılında eşiyle yaptığı bir telefon görüşmesi sırasında ölen Jeff, kendini birden  18 yaşındaki halinde, üniversite yatak hanesinde bulur. Futbol ligi final maçlarını kimin kazanacağından, Wall Street'te köşeyi dönebilmek için hangi şirketlere yatırım yapmak gerektiğine kadar gelecek hakkında pek çok şeyi bilen Jeff'in hayatına temiz bir başlangıç yapabilmesi için çok güzel bir fırsat. Ama bu hayatına "sil baştan" başlama meselesi tek bir seferle kalmaz. Elindeki fırsatları en iyi şekilde değerlendirmeye ve kendisi için daha güzel bir gelecek sağlamaya çalışan Jeff yine 1988 yılının aynı gününde ölüp 18 yaşında haline dönerek hayatına devam etmesi gerektiğinde neler hissedecek dersiniz ? Peki, sizce neden hayatını sil baştan yaşamak zorunda ? Sevdiği her şeyi kazanıp kaybetmeye ne kadar devam edecek ? Kendisi gibi başka "tekrarcı"lar da mevcut mu ?
    Kitabı beğendiğim söylemeliyim, size çok fazla tereddüt etmeden önerebileceğim bir kitap. sıradan "zaman yolculuk"larının  ötesine geçmiş, ilginç bir konu, güzel bir anlatım. Kitabı okumaya başladığım zamanlarda kendimi bir tekrarcı gibi hissettim nedense. Sanki tekrardan ölüp aynı şeyleri yeniden yaşayacağımı biliyormuş ve şimdilik sadece rol yapmam gerekiyormuş gibi hissettim. Sanırım  bunu kitabın sürükleyici anlatımına ve düşündürücülüğüne yorabiliriz. Sanırım "paralel evren" diye bahsettikleri şey bu tekrarcıların her seferine baştan yaşadığı ama yaşadıkça değişikliğe uğrayarak ayrım noktasına geldiği yaşamları olmalı. Öbür türlüsü çok yıkıcı olurdu, çünkü; insan yaşadıkça etrafına izler bırakıyor, bir şeyleri illa ki değiştiriyor... Kişinin ölümüyle bütün bunların yok olduğunu, tüm çabalarının sonucunun kuma yazı yazmaktan bir farkı olmadığını görmek ama yine de yaşamaya -tekrar, tekrar, tekrar sil baştan yaşamaya- devam etmek dayanılmaz olurdu. Ken Grimwood'u "hayatın karmaşık döngüsünü sorgularken hayal gücümüzü sonuna kadar zorlayan" bu romanından dolayı kutlarım.


"Efruz Bey"e gelince... Evet, sınavda bu kitaptan soru çıkacağı için okudum. Kitabı okumaya benden önce başlayan tüm sınıf arkadaşlarım kitabın çok sıkıcı ve saçma olduğundan bahsetmişlerdi.  Okumadan karar vermek istemedim ki okuyunca gayet de beğendim. Sınıf arkadaşlarımın çoğunun "keko" diye nitelendirdiği Efruz Bey, kitabın yazarı Ömer Seyfettin'in de dediği gibi " hepimiz değilse de, hepimizden bir parça". Efruz Bey için kullanabileceğim en uygun sıfat "gösteriş meraklısı" olacak. Efruz Bey ne olduğunu değil nasıl göründüğünü umursar her zaman. Amacı toplum içinde üstün tutulmaktır. Bunun için bir gün meşrutiyetçi kesilip hürriyeti ilan eder, bir gün kendini asil ilan edip "ülkeyi asiller yönetmeli" der. Bir gün onu der bir gün bunu; bir gün o olur, ertesi günse bambaşka birisi. Lafın orasından girer burasından çıkar, uydurur uydurur nasıl becerirse herkese üstün gösterir kendini. Asıl adı Ahmet'tir, milletin karşısın Efruz olmak ister, öz annesine gidip " benim adım Ahmet değil, sen yanlış biliyorsun." der. İşte böyle biridir bizim Efruz Bey. Ama onu layığıyla tanımak için Ömer Seyfettin'in ağzından dinlemek gerek. Milletin çoğu  da saftır bu arada , o ne derse inanır, onu el üstünde tutarlar. Aradan biri çıkıp de alt etmek istese  de beyimizi bizim cahil alim ne yapar eder bir yolunu bulur kendini haklı çıkarmanın. Bu kitap bizi anlatır. Bu kitap bizi bize anlatır. Kitabın tarihi yönünü ve yazarın şahsi düşüncelerini şöyle bir kenara atarak insanları böyle güzel gözlemleyip de bize aktaran, beni yer yer güldüren, satır aralarında ince zeka pırıltıları gördüğüm bu romandan dolayı Ömer Seyfettin'e ve kalemine karşı saygımı sunuyorum.

25 Nisan 2014 Cuma


     Merhaba arkadaşlar ! Bugünün cuma günü olmasının verdiği mutluluk pahabiçilemez. Bugün Yalova gezisine gidecek hocalardan dolayı derslerin çoğu kaynayacaktı, ben de okula gitmemeyi tercih ettim. Fırsattan istifade son okuduğum kitap olan "Vampir Akademisi"nden bahsetmek istiyorum. Şu sıralar "Sil Baştan"ı okuyorum ve bir an önce bitirip sizinle paylaşma konusunda heyecanlıyım ! :)


Kitabın başlarında hayal kırıklığına uğradığımı hissetmiştim. Ama çok erken karar vermişim. Kitap ilerledikçe beni çok fazla içine aldı ve hiç ummadığım bir kitapla karşılaştım.
Lissa Drogomir bir Moria prensesi, en yakın arkadaşı Rose ise bir damphir. (yarı insan yarı vampir) Lissa ve Rose birbirlerine tek yönlü bir duygusal bağla bağlılar. Yani Rose Lissa'nın hissettiği her şeyi hissedebiliyor ve hatta onun içine girebiliyor. Bir de "Strigoi" diye bir kavram çıkıyor karşımıza. Strigoi denen bu yaratıklar ölümsüz ve çok güçlüler. Strigoileri bu kadar güçlü yapan şey ise Moroi kanı.Bir Strigoi ısırığı bir insanı, bir dampiri, bir Moroiyi anında bir Strigoi'ye dönüştürebilir.  
Rose ve Lissa kaçak olarak geçirdikleri iki yıl sonra yakalanıp Aziz Vladimir Akademisi'ne götürülüyor.
Lissa ve Rose'un Aziz Vladimir'den kaçmasına sebep olan şey korkuydu. Evet, çünkü akademinin demir kapıları ardındaki hayat, akıl almayacak kadar tehlikeli. Strigoiler iğrenç ayinler düzenliyor ve onların bu gizle kapaklı doğası ve gece aşkı sosyal karmaşalarla dolu engimatik bir dünya yaratıyor.
Rose ve Lissa, bu tehlikeli ortamda kendi yönlerini bulmak, yasak aşkın cazibesine karşı koymak ve Strigoilerin Lissa'yi sonsuza dek kendilerinden birine dönüştürmesine fırsat vermemek için sürekli savunmada kalmak zorunda !
Açıkçası kitabı almadan önce çok daha vampirsi bir şey beklemiştim. Vampir Günlükleri kadar vampirliği öne çıkaran bir şey değil. Neredeyse vampir kitabı değil gibi.
Kitaptaki kötü karakterlerin ( tam olarak kötü sayılmaz ama böyle genelleyebiliriz.) kim olduğunu çabucak anladım. Çünkü; genelde kitaplarda en iyi özellikleriyle anlatılıp övülen ya da şüphe çekmeyecek kişiler genelde kötü çıkıyor sonunda. Spoiler ! Şu hayvan öldürme işlerinin falan Natalie tarafından yapıldığını tahmin etmiştim ama Victor'dan böyle bir şey beklemiyordum. Spoiler bitimi.
Ayrıca aşk kitapta öncelik taşımıyordu ve bu beni hiç rahatsız etmedi. Yani hayatın bir gerçeği ama merkezi değil gibiydi.
Karakterlerden Christian konusunda yorum yapacağım sadece. Christian'ı sevdim ama keşke biraz daha kötü olsaydı :D Ya da ne bileyim hani özünde melek ama herkese "illallah" dedirten bir karakter... Çocuklardan birini yakması (yakmadan yakması, okuyunca anlarsınız) falan bir yaramaz çocuk beklentisi oluşturdu bende ama tam olarak öyle bir karakter çıkmadı karşıma.
Kitabı sevdim. Umarım siz de beğenirsiniz. İyi okumalar ! :)

21 Nisan 2014 Pazartesi


  Merhaba ! "Kurt Seyt ve Shura"yı henüz bitirdim ve hemen sizlerle paylaşmak istedim. Bu kitabı yaşayarak okudum. Ben de tüm acılarını, sevinçlerini, aşklarını onlarla birlikte yaşadım. Kitabın son sayfalarını gözyaşlarımla ıslattım. Kitap böyle bir sonla bittiği için üzüldüm, sinirlendim, isyan etmek istedim. Ama böyle bir son için Nermin Bezmen'e öfke duymam anlamsız olur, çünkü bu Seyit ve Shura'nın gerçek hikayesi... Bu olayların, insanların, yerlerin gerçekliği kitaba çok ayrı bir hava katıyor. Kitabı okurken sizin hayatınızdan apayrı ama gerçek bir hayata dokunmuş olmanın keyfini yaşıyorsunuz. Shura ve Seyit'in aşkına siz de ortak oluyor, onlarda tüm sevdiklerinizi görüyorsunuz.
  Bu kitapta kiminiz bu aşkın büyüsünün içinde kaybolacak, kiminiz yuva dediğiniz yerin değerini kavrayacak, kiminiz kendini bulacak, kiminiz hüzünlenecek, ama illa ki içinizdeki bir şeyleri harekete geçirecek, farklı hissedeceksiniz.
  Kitabın aynı zamanda tarihi bir roman niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Seneler öncesinin Rusya'sından, yine seneler  öncesinin İstanbul'una uzanıyor. Konuyu daha iyi kavrayabilmeniz adına kitabın kendi üzerindeki anlatımı paylaşacağım sizinle:
     "Nermin Bezmen'in Türk edebiyatının klasikleri arasında yerini alan romanlarından biri olan Kurt Seyt & Shura'da, Çarlık Rusyasının debdebeli yaşantısından, Bolşevik İhtilali ile, İstanbul'a sürüklenen hayatlar anlatılıyor.
    Tarihi bir gerçeğin öyküsü olan bu romanla, 1892'nin Yalta'sından St. Petersburg'un saltanat günlerine, Karpatlar cephesinden ihtilalin cehennemine ve nihayet, işgal altındaki İstanbul'a 1920'lerin Pera'sına macera dolu bir yolculuk yapacaksınız. Romanın kahramanları ile beraber, polkaların, troykaların sihirli alemini, ihtilalin ve savaşın acımasızlığını, parçalanmış Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerini yaşayacaksınız.
   Kurt Seyt... Mirza Eminof'un oğlu olarak, servet ve unvanla doğmuştu. Yakışıklıydı, hırslıydı, cesurdu. Çar Nichola'nın Muhafız Alayında genç bir üsteğmen oluşu, onu Bolşeviklerin ölüm listesine dahil etmişti. Kaçarken getirdiği bir taka dolusu silahı, Mustafa Kemal'in Kuvayi Milliye'sine teslim ettiğinde, karşılık istemeyecek kadar gururluydu. Hayatına sıfırdan başlarken, elinde kalan serveti, sadece, gururu ve aşkıydı.
   Shura... Tchaikovsky nağmelerinin romantizmiyle sarılmış karlı bir Moskova gecesinde, henüz on altısındayken, saf güzelliği ve beklentisiz aşkı ile Seyit'in dünyasına girdi. Ailesinin unvanı, serceti onun da ülkesinden kaçmasını gerektirdi.
   Sevdiği erkekle atıldığı bu macerada, bir daha hiç göremeyecekleri vatanlarının, ailelerinin, artık yaşayamayacakları geçmişlerinin hasretlerini, çaresiz hüzünlerini, birbirlerinin aşklarıyla dindirmeye çalıştılar
   Büyük bir aşkın, harbin, ihtilalin, hasret ve hüzünlerin hikayesi ile, okuyucuyu baştan sona kendine has bir tat, merrak ve heyecanla sürükleyen, uzun süren sabırlı araştırmalaraın gerçeklikle aktarıldığı, titiz, olağanüstü bir roman, Kurt Seyt & Shura."
             Osman'ı son gördüğümüz sahnede çok üzüldüm. Kurt Seyt ve Shura'nın aşkını çok sevdim aptallıklarına çok sinirlendim. Mustafa Kemal'in geçtiği yerlerde de istemsizce doldu gözlerim. Tatiana ve Celil'in hayatlarının geri kalanını da çok merak ettim nedense.
             Star TV'de yayınlanan Kurt Seyit ve Şura dizisiyle ne kadar ilişkili olduğunu merak edeceksiniz tabii... Şunu söyleyebilirim ki Seyit'in çocukluğundan bugününe gelişini anlatan uzunca bir kısım atlanmış. Ayrıca kitapta Petro'nun Shura'ya ilgisi söz konusu değil. Ama çok özenli, kaliteli ve güzel bir dizi olduğunu düşünüyor ve severek takip ediyorum. Size tavsiyemse diziyle yetinmeyip bu güzel kitabı da okumanız.
             Nermin Bezmen iyi ki dedesini, dedesinin aşkını, biricik Shuruçkasını araştırmış ve böyle güzel bir eserle sunmuş bizlere. Bu çok güzel, çok gerçek, bir yandan da hüzünlü romanın etkisinden kolay kolay kurtulacağımı zannetmiyorum, kitabı sizlere de tavsiye ediyorum.
            Güzeller güzeli Shura, seni tanımak bir şerefti.