YayBlogger.com
BLOGGER TEMPLATES

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Yaklaşık on gündür blogla ilgilenemiyorum, çünkü; oldukça yoğun bir hafta geçirdim. Günde en az iki sınav olduğumuz bu yorucu haftayı geride bırakmış oma düşüncesi oldukça keyif verici. Aslında şu an oldukça meşgulüm ama yine de bir şeyler yazmak, son okuduğum iki kitaptan bahsetmek istedim.
İlk olarak bahsedeceğim kitap olan "Yetenek"i aslında geçen pazar günü bitirmiştim ama paylaşmak şimdiye kısmetmiş.

Ölümcül Bir Yetenek Yedi Krallığı Yıkabilecek Bir Sır

Sıradışı hünerlerle doğan insanlardan korkulan ama aynı zamanda güçlerinin sömürüldüğü bir dünyada Katsa, kendisinin bile tiksindiği bir yeteneğe sahiptir: Öldürme yeteneği. Middluns Kralı olan amcası Randa'nın buyruğu altında yaşayan genç kız ayrıcalıklı bir hayat sürmek yerine onun kirli işlerini yapmak, Kral'ın keyfini kaçıranları cezalandırıp onlara işkence etmek zorunda bırakılmıştır.

Savaşma yeteneği olan Prens Po'yla tanıştığındaysa hayatının tamamen değişeceğinden habersizdir. 

Kendi yeteneğine dair yeni bir gerçeğin açığa çıkacağını ve çok uzaklarda, dehşet verici bir tehlikenin kol gezdiğini ise aklından dahi geçirmiyordur...

     Aslında çok uzaklarda dehşet verici bir tehlikenin kol gezdiğini yazar bile kitabın başında aklından geçirmiyordu bence.
     Katsa karakteri çok güçlü ve eşsiz bir karakter. Goodreads yorumlarında Katniss Everdeen'le benzeştirildiğini gördüğümde çok şaşırmadım ama benim için her zaman Katniss > Katsa. Yine de Katsa karakterini etkileyici buldum. Çok küçük yaşlarından itibaren öldürme yeteneğine sahip olduğuna inanan bir kız olarak büyüdü, Middluns kral olan dayısı onu pis işleri için kullandı. Ama  o dayısına karşı geldi, adaletini kendi yöntemleriyle sağladı. Öldürme yeteneğine sahip olduğuna inanan biri olarak oldukça merhametli birisi olduğunu da eklemek lazım. Yeteneğini insanlara faydalı olacak bir şekilde kullanabilmek için gizli  bir konsey bile kurmuş. Beyler, Katsa'nın vahşi karakterine aşık olacaksınız.
     Benim en sevdiğim karakter prens Raffin oldu. Şakacı, zeki, eğlenceli, ve kendini bilime adamış. Katsa'nın sahip olduğu yeteneğinden dolayı yalnız kaldığı tüm o zamanlarda Raffin bir dost olarak yanındaydı.
    Po karakterini de etkileyici buldum ama sert, kötü izlenimi bırakan çocuk tiplemelerine fazla alışmışım sanırım. Po anlayışlı ve nazik. Katsa'yı dengeleyen ve onu gerçekten anlayabilen biri. Aslında o pek çok kişiyi kolaylıkla anlayabilir. Nasıl mı ? Öğrenmek için kitabı okumak zorundasınız, üzgünüm.
   Şimdi kitabı yorumlarken yazdığım ilk cümleyi açıklayayım biraz. Kitabın başında Katsa sarayın birinden tutsak bir adamı kaçırıyor. Bu söylediğimi spoiler saymazsınız umarım, çünkü kitabın başlarında öğreneceksiniz bunu: Katsa'nın kaçırdığı adam Po'nun büyükbabası. Po da Lineid ülkenin prensi. Bir zaman önce Po'nun büyükbabası ülkelerinden kaçırılmış. Nedeninin ne olduğu ve kaçıranın kim olduğuysa bilinmiyor. Katsa ve Po bu sorulara cevap arıyorlar ve bunun için bir yolculuğa çıkıyorlar. Bir gün Katsa ve Po konuşurken Po Katsa'ya Monsea ülkesinin kralının hikayesini anlatıyor ve asıl olay bundan sonra başlıyor. Bence yazar kitabı hangi olaya dayanarak yürüteceğini kitabın ortalarına doğru karar vermiş. Neyse buradan sonrası çok daha heyecanlı. Keşfedilmeyi bekleyen bir sır, kurtarılması gereken bir prenses, yeni keşfedilen ve yeniden keşfedilen yetenekler...
    Sonlara doğru Po ile ilgili öğrendiğimiz yeni bir şey var. Bence yazarın öyle bir şey eklemesi saçma olmuş. Eklediği şeyi gereksiz bulsam da bence iyi kullanmasını bilmiş, kitabın en sonunu beğendim çünkü. Ama yine de kitap piyasa sürülmeden önce biraz düzenlenip en başından beri kitaba bir amaç verilmeliydi ve daha önceden olacağına dair hiçbir ipucu verilmeyen şeyler "tarifte yok aslında ama hadi şu keke azcık da şundan ekleyeyim" dercesine hiç uyarı olmadan ortaya çıkmamalıydı diye düşünüyorum.
   Kitabı öneren arkadaşım hayranlığını anlata anlata bitiremediği için beklentiyi fazla yüksek tutmuştum, bu sebepten biraz hayal kırıklığına uğradım. İçinde gidişatı rahatsızlık veren durumlar olsa da okumaya değer diyebilirim. Ciltli halinin fiyatı 35 lira, aslına da aynı paraya "Harry Potter ve Ölüm Yadigarları"nın ciltsiz halini alabilirsiniz, vereceğiniz her kuruşa değeceğini garanti edebilirim.
   Kitap hakkında net bir yorum yapamadığımın farkındayım, çünkü; ben de arada kaldım. Sanırım ne olursa olsun okumaya değer.

Hadi okuduğum ikinci kitaptan bahsedelim biraz da. Bir klasik: İnsan Ne ile Yaşar

Tolstoy'un bu ölümsüz eserini edebiyat sınavında çıkacağı gerekçesiyle okudum. Okur okumaz içime bir mutluluk, sıcaklık, huzur verdi.
Ben Antik Batı Klasikleri'nden aldım kitabı, içinde size sevginin ve inancın doyumsuz tadını tattıracak  beş tane güzel hikaye var. Belki bu 122 sayfacıktan oluşan kısacık kitapta gerçek mutluluğu bulacaksınız ve belki de hayatınız değişecek. Ben etkisinden hala çıkamadım ve ömür boyu da çıkmamayı umuyorum. Hadi bir alıntı paylaşayım sizinle, düşünerek ve hissederek okuyun:

"Şimdi anlıyorum ki her ne kadar insanlara hayatta kalmalarının sebebi kendi çabalarıymış gibi gözükse de hakikate onları yaşatan, sadece sevgidir. Kim yüreğinde sevgi taşırsa,o sevgi Tanrı'dandır ve Tanrı o kişinin yüreğindedir, çünkü varlığın sebebi sevgidir."

Kendinize bir iyilik yapın ve bu kitabı okuyun. Sizinle sadece kitaptaki ilk hikayenin konusunu kitabın arkasından alıntılayarak aktaracağım ama diğer hikayeler de birbirinden anlamlı ve hepsi yeni şeyler katacak sizlere.
Tanrı, kendisine verdiği emri yerine getirmekte duraksayan melek Michael'ı emirlerinin arkasındaki hikmetleri anlayabilmesi için dünyaya gönderir. Melek Michael olayların arka yüzünde neler olduğunu gördüğünde "İnsanın içinde barınan nedir?", "İnsana verilmeyen nedir?" ve "İnsan ne ile yaşar?" sorularının cevaplarını yaşayarak öğrenir.
Biz sınıfça çok etkilendik.
Kitapta geçen diğer hikayelerin adları: Üç Soru; Tanrı Gerçeği Bilir, Ama; Tek Bir Kıvılcım Tüm Evi Kül Eder; İnsana Ne Kadar Toprak Lazım.
Keyifli okumalar ! Hepimiz için keyifli bir haftasonu diliyorum. :)


21 Mayıs 2014 Çarşamba

Son yazımda üç kitap okuduğumu yazmıştım  ama yalnıza bir kitaptan bahsetmiştim. Geri kalan iki kitaptan biri "Romeo ve Juliet". Tekrar tekrar ve tekrar okuyacağıma emin olduğum, etkisinden kolayca kurtulamayacağım bir kitap. Hakkında ayrıntılı bir yorum yazmayacağım, sadece İngilizceniz yeterli seviyedeyse orijinal dilinden okumanızı tavsiye ederim. Çeviri sanatı öldürüyor.
Geriye bir kitap kaldı, evet. "Gölge ve Kemik"


Onu yalnızca geçmişi... geleceği ise bir tek o kurtarabilir...

"Bekle!" diye sesimi yükselttim ama o çoktan arkasını dönmüştü. Kolunu tuttum, bizi izleyenlerden gelen şaşkınlık dolu seslere aldırış etmedim. "Bir yanlışlık olmalı. Ben... düşündüğünüz gibi..." Yavaşça bana dönüp kolunu tutan elime ters ters bakınca sustum. Elimi çektim ama öyle hemen geri adım atmayacaktım. "Ben düşündüğünüz kişi değilim," diye fısıldadım çaresizce.

Karanlıklar Efendisi biraz daha yakınıma geldi, sadece benim duyabileceğim bir sesle, "Kim olduğunu bildiğini hiç sanmıyorum!" dedi.


      George R. R. Martin ve J. R. R Tolkien hayranlarına özellikle tavsiye edilen bir kitabı okumamayı nasıl düşünebilirdim ki ? Elbette bir Tolkien değildi. Kitabı çok ama çok sevmiş olmama rağmen yazarın kurguladığı fantastik dünyanın tam oturmadığını hissediyorum. Bu bir sorun mu? Hiç de değil.  Kitabın hiçbir yerinde beni rahatsız eden bir nokta olmadı zaten. Beğenerek, soluksuz okudum kitabı.
Kitabı satın almama bir diğer sebep normalde 17 TL olan kitabın, satın aldığım yerde 7,90 olmasıydı. Elbette kaçıramazdım!
     Konusunu kendimce açıklayayım kısaca : Malyen ve Alina çocukluğunu birlikte geçirmiş, birbirleri için her şey olmuş iki yetim. Aline haritacılık, Malyen ise izcilik göreviyle orduda. Alina hayatı boyunca "sıska" ve daha pek çok kelimeyle eziklenmiş, haritacılıkta bile yeteri kadar iyi olmayan bir kız, nasıl olur da bir Grisha olduğu, daha da önemlisi Güneşin Elçisi olduğu söylenir ? Oysa Alina hariç herkes böyle düşünüyor, Ravka'yı onun kurtaracağına inanıyor gibi görünüyor. 
    Karanlıklar Efendisi... Spoiler vermeden onun hakkında ne yazabileceğimi bilmiyorum. Sadece okuyun ve görün. Yalnızca onunla ilgili umutlarımın henüz bitmemiş olduğunu, üçüncü kitapta onun karanlık kalbindeki ışığı görebileceğimizi umduğumu söylemek istiyorum.
Bu kitabı okumadan önce bir arkadaşımın kitabı bana anlatmış olmasından dolayı can alıcı noktaların çoğunu biliyordum. Onun anlattıklarından dayanarak Malyen'i pek sevemeyeceğimi düşünmüştüm ama kitabı okuyunca hiç de öyle hissetmediğimi fark ettim.
    Fantastik kitapları severim !
    Kitabın sonu sizi çok ama çok şaşırtacak. İkinci kitabın Türkçesinin henüz çıkmadığını sanıyordum ama az önce yaptığım bir araştırmada serinin "Kuşatma ve Fırtına" adlı ikinci kitabıyla karşılaştım. Okumak için sabırsızlanıyorum.
    Dostlarım, bu kitabı okumanızı sağlamak için başka ne söyleyebilirim bilmiyorum. Sadece mutlaka okuyun !!!!! 

Son paylaştığım kitap yayınından sonra üç kitap daha okudum.  Bunlardan ilki Selection serisinin ikinci kitabı olan "Elit". Ancak konu bütünlüğü açısından serinin ilk kitabı olan "Beni Seç"ten bahsedeyim önce :

Bir prens nasıl tavlanır? 

Illéa ülkesinde tüm genç kızlar doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı elbiselere ancak bu şekilde sahip olabilecekler. Bunun için tek bir şansları var: SEÇİM. Kıyasıya bir mücadeleyle geçen Seçimi kazanmanıntek yolu Prens Maxonı kendine âşık etmek. 

America içinse Seçim, bir kâbustan farksız. Bu yarışa girmeyi kabul ederse, kendisinden aşağı sınıftan olduğu için herkesten gizlediği aşkı Aspeni arkasında bırakmak zorunda kalacak. Öte yandan bu, ailesinin tek kurtuluş şansı. 

America saraya adım atar atmaz, kendini esrarengiz bir dünyanın içinde bulacak. Saray hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmayacak. 

35 kızın katıldığı vahşi bir yarış nasıl kazanılır? 


Tamam, ilk başta konu biraz saçma gelebilir. İtiraf ediyorum ki kitaba başlamadan önce bana da öyle gelmişti. Sınıftaki bir arkadaşım ısrarla tavsiye ettiği için -almazsam dövecekti- kitap fuarında görür görmez üstüne atlamıştım kitabın. Başlarında beni uyduruk bir romanın beklediği konusunda endişeleniyorum ama kitabı bitirdikten sonra hemen ikinci kitabı da almak istedim. İkinci kitabı birinci kitaptan çok daha sonra alma imkanım oldu:



Sarayda 6 kız... Savaş kızışıyor.

"Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum.
Aspen'in prenses olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi.
Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım.
Maxon'ın haftanın ilk günlerinde verdiği şifreli sözü düşündüm...
Gözlerimi yumdum ve kendimi yokladım.
Bunu gerçekten yapabilir miydim?
Illéa'nın yeni prensesi olabilir miydim?"

Saraya 35 kız girmişti, şimdi 6 kız var.
Ve artık Elitler Prens Maxon'ın aşkını kazanmaya çok daha kararlı.
Zaman America'nın aleyhine işliyor. Biran önce karar vermeli.
Çocukluğundan beri birlikte gelecek hayalleri kurduğu Muhafız Aspen mi?
Yoksa nefes kesici romantizmiyle başını döndüren Prens Maxon mı?
Kimi seçerse seçsin, aklı diğerinde kalacak.
Ve Asi Kuzeyliler bu peri masalının mutlu sona
ulaşmaması için ellerinden geleni yapacak.

       Dediğim gibi Elit, Selection serisinin ikinci kitabı. Serilerin ilk kitabı biz o dünyayla tanıştıran kitaplar olduğu için yerleri hep ayrıdır. İkinci kitaplar genelde geçiş kitabı işlevi görür.
       Bu seriye başladığınızda hemen kafanızda şöyle bir soru belirecek ki bu soru özellikle ikinci
 kitapta sorulması kaçınılmaz hale gelecek: Maxon mı Aspen mi ? Şahsen ben bir Maxon taraftarıyım !! İlk kitapta Aspen'i sevmek için küçücük bir sebep bile bulamadım, bilemiyorum. Çok itici gelmişti bana. İkinci kitapta ise kanımın biraz daha kaynadığını itiraf etmeliyim. ilk kitapta tereddütsüz bir şekilde Maxon taraftarıydım, eminim sizde ilk kitapta ondan etkileneceksiniz ama bir de ikinci kitabı bekleyin ! Olayların çözüme ulaşmadan önceki zamanlarda Maxon'ın hali tavri "Sen hayırdır Maxoncığım ?" triplerine soktu beni. Bazı yerlerde hayal kırıklığına uğradığım bile olduğunu itiraf etmeliyim. Ama kitabın sonuna kadar bekleyin, ikinci kitapta Maxon'ı çok daha fazla tanımaya başladığınızı fark edeceksiniz.
     İkinci kitapta ilk kitaptaki o toz pembe havadan biraz kurtuluyorsunuz. İşin içine asiler giriyor, heyecan doruğa tırmanıyor... İşlerin biraz daha ciddi bir hal alması beni mutlu ederdi ama ama işin içine savaşın, siyasetin, ciddiyetin girmiş olmasına rağmen karakterleri tüm bunlardan çok uzak görüyorum. Yani saraya asiler akın ediyor, en yakındaki sığınağa giriyorsun, kimsenin sana ne olduğundan haberi yok. Asiler bazı kayıplar da verilerek def edildikten sonra aranan hiçbir sığınakta bulunamıyorsun, son sığınakta anca sağ salim çıkabiliyorsun karşılarına. Sonunda kurtulup çıkıyorsun oradan ve insanların sen yaşadığın için halay çekmesi, boynuna atılması, sevinçten ağlaması gerekirken elit kızlarından birisi senin yanına geliyor ve bütün bu yaşanan korkunç şeylere rağmen tek sorusu "Akşam yemeğini birlikte yeme sözün hala geçerli mi ?" Yani daha fazla spoiler vermeden nasıl anlatabilirim derdimi bilmiyorum ama mesela birisinin en yakın arkadaşına bir şey oluyor ama öyle böyle değil çok kötü bir şey. Sonra o birisi koşup bağırarak buna engel olmaya çalışıyor. Sonra bunun olmasına izin verdiği için birisine trip atıyor ama önemsediği şey arkadaşından ziyade ikisi arasındaki ilişki. Demek istediğim her şeye rağmen seçim nedense her şeyden üstün tutuluyor ve bu biraz sinir bozucu. Neyse.
    Ayrıca ikinci kitapta America'ya bir rakip çıkıyooorrr ;)
    İkinci kitapta çok daha fazla macera bekliyor sizi, ilişkiler sorgulanıyor. İkinci kitapta America'ya iki erkeği birden götürdüğü için sinir olacağınızı tahmin ediyorum. İki kitap da çok güzel. Lütfen konusuna bakıp da önyargılı davranmayın. Eğer kitapları okumadan önce yorumlara göz attıysanız "Açlık Oyunları"na benzetildiğini görmüşsünüzdür. Yazarın kitabı yazmadan önce "Açlık Oyunları"nı okuduğunu ve etkisinde kaldığını tahmin edebilirim yalnızca, ufak tefek izler görebilirsiniz ama pek de alakası yok iki serinin.
   Bu seri test edildi, onaylandı arkadaşlar. Sizlere tavsiye ediyorum. Üçüncü kitap haziranda çıkıyor sanırım ve bu konuda acayip heyecanlıyım. Acaba üçüncü kitapta bizi hangi sürprizler bekliyor ?


19 Mayıs 2014 Pazartesi

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun !

       19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun ! Bugünün Gençlik ve Spor Bayramı olmasının yanı sıra Atatürk'ü Anma Günü olma özelliğine de sahip olduğunu hatırlatma ihtiyacı hissettim. Ne söyleyebilirim ki, ona çok borçluyuz. Anca bu borcu ödemenin yolu onun izinden gidip onun düşüncelerini anlamaya çalışarak kendini düşünmeye yönlendirmek ve vatanımız, milletimiz için elimizden geleni yapmaktır. Bu anlamlı günün vasıtasıyla bunu da hatırlatmak istedim. Ayrıca bu sözü de aklımızda bulundurmakta fayda var:
   "Beni övme sözlerini bırakınız. Gelecek için neler yapacağız, onlardan bahsediniz."
                                                                                           -M.Kemal ATATÜRK
      Yani lütfen Atatürkçülüğün Twitter'da açıklama kısmına "Mustafa Kemal Atatürk" yazıp her lafın karşına "Atatürk şöyle, Atatürk böyle" şeklinde çıkmaktan ibaret olmadığını anlayalım. Şu sözü de aklınızdan çıkarmamanın önemli olduğunu düşünüyorum:

“Şayet bir gün, çaresiz kalırsanız bir kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcı kendiniz olun.”                                                                                                               -M. Kemal ATATÜRK

       Çünkü eğer Atatürk de oturduğu yerden kurtarıcı bekliyor olsaydı, "Fatih Sultan Mehmet, kalk mezarından bize yardım et." falan diye yakınıp oturduğu yerde otursaydı bugün ben burada bunları yazıyor olamayacaktım. Siz de bunları okuyor olmayacaktınız.
Bugünün vasıtasıyla Atatürk'e ve aziz şehitlerimize minnet borcumu yeniden hatırlıyor, hatırlatıyor ve onlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Onlar bize bu vatanı emanet ettiler. Rabb'im sen bizi onlara karşı mahçup eyleme.
Soma faciasında yaşanan yıkıcı olaylardan dolayı bizim okulda 19 Mayıs töreni iptal edilmişti, belki Türkiye'deki tüm okullarda iptal edilmiştir, tam bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki eğer tören iptal edilmeseydi bugün birçok öğrenci, öğretmeninin "Disiplin suçudur, gelmezseniz ceza alırsınız!" tehtidinin sonucu olarak katılacaktı törene. Sanki bu bayram bizim değil de başkasının bayramıymış gibi... Sen önemsemezsen, ben önemsemezsem, kim önemseyecek tüm bunları Allah aşkına ? Önce bayramımızı kaybetmekle başlarız, sonra benliğimizi... Lütfen bu vatanın bu günlere öyle kolay kolay gelmediğini unutmayalım ve en azından bu tür şeylere gerekli özeni göstererek vicdani borcumuzu ödeme sorumluluğunu yerine getirelim.
       Bayramımızı tekrardan en içten dileklerimle kutluyorum !
    "Gençler, cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız." 
                                                                                  -MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

17 Mayıs 2014 Cumartesi

     Aslında bu yazıyı  daha önceden hazırlamıştım ama Soma'da yaşadığımız acı kayıplardan dolayı paylaşmayı biraz daha ertelemeye karar verdim. Soma'da çok acı kayıplarımız oldu, evet. Bu yaşananları asla unutmamalıyız ama bunun anlamı bir ömür yas tutmak değil. Biz ihmal yüzünden çok can kaybettik. Yapılması gereken bunun tekrarlanmaması için gereken tüm önlemleri almak, bir daha böyle bir şey olmasına izin vermemek. Daha önce Soma'yla ilgili bir yazı paylaşarak hislerimi anlatmaya çalışmıştım ancak daha sonra konuyla ilgili pek çok şey öğrendim. Tokat, tekme, çıkamayacağını anlayınca eline bir yazı yazarak oğluna not bırakan baba... Hepsi çok acıydı ve size tekrar hatırlatarak acınızı daha da tazelemek istemiyorum. Umarım bütün bu olaylar çok acı da olsa gereken dersi çıkarabilmişizdir.
Size son okuduğum kitaplardan bahsetmek istiyorum şimdi. Daha sonraya bırakırsam unuturum, sonra hevesim kaçar ve blogu öylece bırakırım. Bunu bildiğimden bir an önce yazmak istiyorum.

Onu daha önce okuduğum için ilk olarak "Kayıp Sembol"den bahsetmek istiyorum.

NOETİK BİLİM, ANTİK GİZEMLER, MASONİK ŞİFRELER VE SAKLI KALAN GERÇEKLER...

    Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binas'na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanmas? gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...

     Kitabın her bir sayfasını büyük bir heyecan ve merakla okudum. "Masonluk" hepimizin duyduğu bir kelime ama nedir, ne değildir, neye inanırlar, amaçları nedir; pek bilmeyiz genelde. Aslında kafamda bu konuları size olabilecek en açık şekilde nasıl anlatabilirim diye düşünmüştüm ama günü gününe not almayınca hepsi silindi aklımdan. Size şunu söyleyebilirim ki kitabı okurken Masonluk, neotik bilim falan hakkında çok faza şey öğreneceksiniz. Pek çok simgenin anlamını öğreneceksiniz. Bu öğrendiklerinizin tarihteki pek çok ünlü bilim adamının, yöneticilerin sözleri ve davranışlarıyla kanıtlandığını göreceksiniz.  Kitapta Masonluğun tarihi, Amerika'nın tarihiyle ilgili pek çok şey görecek; pek çok yapının ayrıntılı tasviri, yorumu, açıklaması ve tarihteki yeriyle karşılaşacaksınız. Yazanların ne kadarına katılırsınız bilmiyorum, inançlarınıza ters düşen yerler olabilir, benim oldu mesela ama yine de büyük keyif alarak ve düşünüp yorum yapmayı bir an olsun bırakmadan okuyacaksınız.Gizli şifreler sizi içine çekecek, pek çok sembolün anlamını öğreneceksiniz. Olayların içinde kendinizi kaybedeceksiniz. Bilim ve antik gizemlerin harmanlayıp önünüze altın bir tabakla sunan bu kitabı ilgiyle okuyacağınıza inanıyorum. Kitabı kütüphaneden ödünç aldığım için çok fazla inceleme imkanım olmadı ama ilerde mutlaka satın alıp tekrardan okumayı, içindekilerle ilgili ayrıntılı araştırmalar yapmayı düşünüyorum. Bu okuduğum ilk Dan Brown romanı ve diğerlerini okumayı heyecanla bekliyorum.
Tarih, gizem, bilim, efsane, aksiyon, şifreler... Bu kitabın pek çok kişinin ilgisini çekeceği kesin. Ben de şiddetle tavsiye ediyorum ayrıca.
Bu arada bu kitaptaki tüm olayların tek bir gün içinde geçtiğini biliyor muydunuz ?


        Gelelim "Gece Yolu"na... İşte yine bir Kristin Hannah kitabı. Kitabın bir kısmını okulda okumak gibi bir hataya düştüm ve gözyaşlarımı sınıftakilerden nasıl gizleyeceğimi bilemedim. Evde okuduğum kısımlarda ise çok daha fazla ağladım. Kitabı gecenin bir vakti bitirmiş olmanın etkisi de olabilir bu tabii ama bir süre sonra ağlayıp bir iki saniye sakinleştikten sonra tekrar ağladığım bir döngünün içinde buldum kendimi.
      Hayat size bir dizi seçenek sunar. Beklemek... Geçmişe tutunmak... Unutmak... Affetmek...
      Siz hangi yolu seçerdiniz ?
      On sekiz yıldır çocuklarının ihtiyacını her şeyden üstün tutan Jude Farraday'in ikizleri Mia ile Zack zeki ve mutlu birer gençtir. Defalarca evlatlık verilen ve karanlık bir geçmişe sahip olan Lexi kısa sürede Mia'nın en yakın arkadaşı ve bu birbirine bağlı ailenin de bir parçası olur. Jude çocuklarının iyi bir yaşam sürmesi ve tehlikelerden uzak olmaları için her şeyi yapmıştır. Ancak lisedeki son yılları hepsini büyük bir sınavdan geçirir ve sıcak bir yaz gecesi, verilen yanlış bir kararla hepsinin hayatları altüst olur. Farraday ailesi göz açıp kapayıncaya kadar paramparça olacak, Lexi her şeyini kaybedecektir. Sonraki yıllarda, hepsi o gecenin doğurduğu sonuçlarla yüzleşir ve unutmaya çalışır. Ya da affetme cesaretini kendinde bulmaya...
   Kitaba başladığım zamanlar, devamında böyle şeylerin gelişeceğini hiç tahmin etmemiştim. Karakterler başlarda yaşıtım olduğu için kitaba ısınmam ve karakterleri anlamam daha kolay olmuştu. Sonsuz kadar "Harry Ve Hermione" gibi "Sam ve Frodo" gibi arkadaş kalacaklarına söz veren insanları kendime yakın hissetmemem mümkün mü ? İşin içinde aşk da vardı tabii. İlk başlarda Zack'ten benim de etkilendiğimi belirtmeliyim. Ama en çok de Mia ve Zack'in kardeşliğinden etkilendim sanırım.

   "Onu karanlığa koymayın," dedi Zach boğuk bir sesle, "karanlıktan korkan ben değildim, oydu." Sesi çatladı. "Kimsenin bilmesini istemiyordu."
                                                                     :'(
Birbirinin varlığını kendi içinde hisseden iki kardeş. Birinin canı yandığında ne olduğunu bilmese bile, öbürünün de canı yanıyor. Bir düşünün.
Kitap öyle güzel ve öyle hüzünlüydü ki... Mutlu sonla bitmesine çok sevindim. Gerçekten de kitap belli bir noktadan sonra hiç beklemediğim bir yere doğru gitmeye başladı ve Kristin Hannah işi gerçekten de iyi kotardı. "Kış Bahçesi"nden sonraki favori kitabım bu oldu artık. Aşk, arkadaşlık, yalnızlık, sevgi, bağışlanma, acı, boşlukta hissetme, affedicilik, suçluluk... Bu kitapta hayata dair pek çok şeyi bulacaksınız. Her zamanki gibi karakter seçimi ustalıkla yapılmış ve karakterlerin iç dünyaları okura çok iyi yansıtılmış. Böyle kitapların insanları tanıma açısından bana çok yardımcı olduğunu düşünüyorum.
   Size tereddütsüz bir şekilde tavsiye ediyor ve beğeneceğinize tüm kalbimle inanıyorum.
   
   Soma olayıyla ilgili üzüntülerimi yeniden belirtiyorum. Bir yerde ölü sayısının 300'e kadar çıktığını okudum. Daha da fazla olmaması için duacıyım. Umarım geri kalanları kurtarmak mümkün olur, dualarımız hala Soma'yla... Allah hepimize sabır versin Türkiye.



15 Mayıs 2014 Perşembe

SOMA


     İyi günler diye değil, kara günler diye başlayacağım sanırım... "Kömür karası" günler. Böyle şeyler hakkında yazmayı pek beceremem ama eğer bir şeyler söylemezsem de vicdan azabı çekecektim, biliyorum.
     Faciayı dün edebiyat dersinde öğrendim. Olayın yaşandığı gün ailemle oturmuş gülmekten kırılarak bir animasyon film izliyordum, her şeyden bihaberdim. Huzurluydum, güvendeydim ve ailemleydim. Ben bunları yaşarken ailelerin ışıkları sönüyordu; insanların kimi babasını, kimi eşini, kimi ağabeyini, kimi oğlunu kaybediyordu... Ve biz hayatın koşuşturmasına kaptırmıştık kendimizi, bazılarımız bilmiyorduk bile neler olduğunu. Olayı dramatize etmem hiç gerek yok, gerçekler olduğu gibi öyle acı ki ! Duyunca çok üzüldüm, çok çok üzüldüm. Hepimiz üzüldük. O insanların yerin bilmem ne kadar altında o şartlar altında öldüğünü düşünmeye korktum. "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır" tabii ama böyle mi olmak zorundaydı ? "Kader" deyip de geçecek miyiz şimdi ? "İhmal" demeyi tercih ediyorum ben, "iş kazası" değil.
İki yüz kırk küsür can, hiç bir anne bunu hayal ederek büyütmedi evladını. Ailelerini düşünmek de ayrı üzüyor beni ve hatta utanıyorum kendimden hiçbir eksiğim olmadığı için. O paraya ihtiyacı olmayan kimse bu şartlar altında çalışmaz. Şimdi aileler bu tehlikeler için inanılmaz zorlukla kazanılan imkanlardan da mahrum. Ey, ne yapacağız o halde ? Ne yapılması gerektiği belli: bir daha olmasına izin vermeyeceğiz. İki yüz kırk küsür can bir günde ölüyorsa böylece bir yerlerde bir "yanlış" olmalı.
     Devletin şöyle bir durumda, "15 yaşında işçi çalıştırılmış." iddiasının karşısında durup da "Hayır, 15 yaşında değil, 19 yaşındaydı." demesi ne duyarlı(!) ve ne hoş(!). Ah eğer çalıştırılan madenci 19 yaşındaysa her şey çözüldü demektir, tabii !
     En acısı de ne biliyor musunuz ? Bunca meslektaşının ölümünü gören, kendisi de aynı şekilde ölüm tehlikesi geçiren, canının güvenliği hiçe sayılan o güzel insanın sedyeye yatırılırken "Çizmelerimi çıkarayım mı ? Sedye kirlenmesin." demesi.
                                   "Çizmelerimi çıkarayım mı ? Sedye kirlenmesin."


                                  "Yüz karası değil, kömür karası
                                            Böyle çıkarılır ekmek parası."



Bu da okulumdan, "Ulubatlı Hasan Anadolu Lisesi öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum" dedirtecek bir kare:

Bu acı hepimizin. BAŞIMIZ SAĞ OLSUN.
Türkiye kömür karası...


10 Mayıs 2014 Cumartesi

Bir cumartesi gününün daha neredeyse sonuna gelmiş bulunmaktayız. Hayır, ağlamayacağım :( Bir haftadır blogla ilgilenemedim, bu sırada iki kitap okuma imkanım oldu. Hemen sizlerle paylaşmak istiyorum.



Bu hafta kardeşimin oldukça yoğun ısrarı üzerine ilk okuduğum kitap "Bay Kokuşuk" oldu. Okuduğuma pişman olmadım.
"Chloe, pek sevilmeyen, biraz yalnız ve iğrençlik derecesinde başarılı kardeşi tarafından tamamen gölgede bırakılan küçük bir kızdı. Derken bir gün Chloe, kasabanın berduşu Bay Kokuşuk'la tanıştı. Evet, kokuyordu kokmasına ama Chloe'ye en iyi davranan insandı Bay Kokuşuk. Hatta sosyetik annesinden bile daha iyi davranıyordu.

Chloe'nin annesi seçimlerde adaylığını koyacak ve evsizleri kasabadan uzaklaştırma sözü verecekti. Küçük kız, tek arkadaşını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Tabii Bay Kokuşuk'u saklayacak bir yer bulamazsa..."

 Konu kısaca böyle. Bilirsiniz ki bu tür kitaplarda dil sadedir, verilmek istenen mesaj açık verilir ama etkileyicilik her zaman mümkündür ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Okuduğum kitaplarda kendimle ilgili küçük şeyler bulmayı severim ve Chloe karakterinde de kendimle ilgili birkaç şey buldum: Moral bozukluğunda yemek yemek gibi. Ayrıca kitaplarda kendi zevklerime dair şeyler görmek de çok hoşuma gidiyor, kitap şu an yanımda olmadığı için alıntı yapamıyorum ama "Yüzüklerin Efendisi"nin falan adını kitapta görünce neredeyse duygulandım. Bay Kokuşuk'u tanıdığım için çok mutluyum ama hikayesi öyle hüzünlüydü ki içim acıdı.
Oldukça keyifli, güzel çizimleri olan -tebrikler, Quentin Blake!- , zaman zaman güldüren ve hatta hüzünlendirebilen bu kitabı kardeşinize hediye edebilir ya da sıkıcı, yoğun bir haftanın sonunda  kendinizi bu kitapla ödüllendirebilirsiniz. "Çocuk kitabı" deyip geçiyoruz ama "çocuk kitabı"ndan ibaret değil işte... Bu kareler de Bay Kokuşuk kitabından:


!



Gelelim "Gerçek Renkler"e... 
"BİR GÜN GELİR, EN YAKINLARINIZ SİZE SIRT ÇEVİREBİLİR;
KIZ KARDEŞİNİZ BİLE...
Gerçek Renkler, New York Times'ın çok satan yazarı Kristin Hannah tarafından şimdiye dek anlatılan en kışkırtıcı, en etkileyici ve en yürek burkan hikâye. Kimliğiyle özdeşleşen parlak kalemi ve unutulmaz karakterleriyle yazar, birbirine kenetlenmiş dünyaları kıskançlık, ihanet ve türüne nadir rastlanan bir ihtirasla darmadağın olan üç kardeşin hikâyesini anlatıyor. "
Kitap için belli bir konu veremiyorum. Biz genelde belli bir olay, durum çevresinde yaşananları okumaya alışığız. Ama burada yazar sanki bir olaydan bahsetme kaygısına girmemiş de belli bir kısım insanların hayatını mercek altına alıp bizimle paylaşmış gibi. Bundan kitabın durağan olduğu yorumunu çıkarılmasın. Demek istediğim konu olarak belli bir olay verilmemiş de temayı ön plana çıkarmaya özenilmiş.
Hiç Kristin Hannah kitabı okudunuz mu bilmiyorum ama ben Kristin Hannah kitaplarını çok beğeniyorum. Şimdiye kadar "Gerçek Renkler"in dışında "Kış Bahçesi" ve "Ateşböceği Yolu"nu okudum. Benim Kristin Hannah'ın kalemiyle tanıştıran "Kış Bahçesi" benim favorim. Umarım ilerde bu kitapları da sizlerle paylaşma fırsatım olur. Kristin Hannah kitapları; ayrıntıları sabırla dokunmuş, karakterlerin iç dünyası layığıyla yansıtılmış kitaplar. Okuduğunuz an anlıyorsunuz ki bu kitaplarda sırf okuyucu artsın diye aşırı aksiyona başvurulmamış, dozunda kitaplar. Karakterlerin iç dünyalarının etkileyici anlatımı benim zaman zaman bir annenin, zaman zaman bir çocuğun, bir aşığın, bir dışlanmışın, bir babanın psikolojisini, davranışlarının sebebini, aslında içinden ne geçtiğini anlamamı sağladı. Bana bazı şeyleri sorgulattı ve empati kurma ihtiyacımı gösterdi bana. Bunun için Kristin Hannah'a müteşekkirim. Ayrıca okuduğum üç kitabın hiçbirinde zorlama, vıcık vıcık bir aşk göremedim. Bu kitaplarda aşkın hayatın bir parçası olduğunu ama asla hayatın ta kendisi olmadığını da görebiliyorsunuz.

Biraz da bu kitaba yönelik yorum yapayım: aile bağlarının, aile üyelerinin kişisel dünyası ve ailedeki rolü güzelce incelenmiş. Sıkılmadan okuyacağınız keyifli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Sadece Aorura'nın Britney Spears'ın yaptığı müziği eleştirdiği -aslında düpedüz hakaret ettiği- kısmı yazdığı için yazarın saçını başını yolmak istedim ama ilerledikçe kendimi kitaba kaptırdım ve onu affettim.
Annelerini kaybetmiş üç kız kardeş ve hiç bir zaman ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamayacağınız sert bir baba... En büyük kız kardeş Winona her zaman küçük kızkardeşinin gölgesi altında kaldığını hissetmiş,oldukça zeki, kilolarıyla başı dertte, sevdiği adam küçük kız kardeşini seviyor. Ortanca kardeş Aurora aileyi birarada tutmaya çalışıyor, sorunlu bir evliliğe sahip ama dışarı hiçbir şey yansıtmama çabası içerisinde. En küçük kardeş Vivi An ise güzel, yetenekli, çeşitli özellikleriyle ailede öne çıkmış kardeş, kendisini çılgın bir aşka kaptırmış. Aile, sadakat, doğruluk gibi kavramların sorgulandığı bu kitabı sizlere kesinlikle tavsiye ediyorum ve şöyle demek istiyorum: Kalemine sağlık Kristin Hannah !

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Selamm :) Umarım haftasonunuz güzel geçiyordur. Az önce BKM'den geldim ve biraz yorgunum. Bugün İngilizce kursundan çıkar çıkmaz otobüse atlayıp kütüphaneye gittim ve üç kitap aldım:
+ Kayıp Sembol-Dan Brown
+Gece Yolu-Kristin Hannah
+Gerçek Renkler-Kristin Hannah
Kütüphaneden çıktıktan sonra da BKM'ye gittim ve kendisi de bir kitap kurdu olan bir sınıf arkadaşımın yoğun (oldukça yoğun) ısrarlarıyla "Elit"i aldım. Kitaplar bitince sizinle paylaşacağım. Gelelim en son okuduğum kitaba : Tatlı Bela

Travis Travis Travis Travis Travis Travis Travis Travis Travis
Kısacası Travis diyiyorum ve susuyorum arkadaşlar. Kitabımızın esas oğlanı Travis Maddox parasını dövüşerek kazanan bir genç. Güçlü, yakışıklı, kaslı ve her yeri dövmelerle kaplı.
Ciddi bir arkadaşlık ve aşktan, sevmekten uzak, tek gecelik ilişkilerin adamı. Kitabımızın kötü çocuğu. Kötü çocukların aşk olaylarına ba-yı-lı-yo-rum. Ama bana kalırsa Travis tam bir kötü çocuk tiplemesi değil. "Kötü çocuk aşık olursa..." temalı düşüncelerim beni genelde Damon, Klaus gibi tiplere itiyor. Neyse yine de biz bozmayalım, kötü çocuk diyelim.
Abby Abernathy. Kitabımızın esas oğlanını kendine aşık eden kız. Kitabın arkasında yazanlardan çok uzak birisi olduğunu söylemeliyim. Kitabın arkasındaki yazıya göre: "Abby Abernathy karanlık geçmişiyle arasına mesafe koymuş olan, alkol kullanmayan, küfür bile etmeyen kendi halinde bir kız..." Özellikle alkol kullanmayan kısmının ne kadar yanlış olduğunu kitabı okuyunca göreceksiniz. Abby en yakın arkadaşı America  ile birlikte babasından, eski hayatından kaçıp yepyeni bir hayata başlar. Bir gün America, America'nın sevgilisi Shepley ve Abby; Shepley'nin kuzeni olan Travis'in dövüşünü izlemeye giderler. Böylece esas oğlanımız ve esas kızımız "kanlı" bir şekilde tanışmış olur. Sonrası aşk, tahmin edersiniz ki... Ama Abby ilk başta buna pek yanaşmaz çünkü Travis'te ona geçmişini hatırlatabilecek pek çok şey vardır ve Abby tekrar bunların içinde olmak istemez.
Bir de bütün bunların Travis'in ağzından anlatıldığı "Ayaklı Bela" kitabı var. Eğer kütüphanede karşıma çıkarsa mutlaka okumak istiyorum.
Kitabı gerçekten çok beğendim. Dikkat, spoiler ! Travis ve Abby'nin ayrı olduğu dönemleri okurken neredeyse sıkılacaktım. Neyse ki daha fazla uzatmamışlar. Kitabın sonu çok güzeldi. Bayan Maddox, ah ! O dövüş yapılan yerde yangın çıkma meselesini okurken de çok kötü oldum ayrıca. Bir sürü insan gözlerinin önünde yanarak ölüyor, pek çok insanın ömür boyu atlatamayacağı bir şey. Spoiler bitimi.
Bu arada her ne kadar hoşuma gitse de kitabın her yerine ısrarla kelebek koyulmuş olmasına pek anlam veremedim. Güvercin koymaları hoş olabilirdi bence.
Bence bu kitabı mutlaka okuyun ! Sevgiler :)